24 Mayıs 2011 Salı

SÛRE-İ NAHL 106. ÂYET





Kalbi imân ile mutmain[1] olduğu halde icbar[2] edilen müstesna, velâkin her kim imânından sonra Allah Teâlâ'yı inkâr eder de küfre sîne açarsa işte onların üzerine Allah'dan bir gazap vardır ve onlar için pek büyük bir azap da vardır. [Ömer Nasuhi Efendi]
--------------------------------------------------------------
Her kim imanından sonra Allah’a küfrederse -kalbi iyman ile mutmainn olduğu halde ikrah[3] edilen başka- velâkin küfre sînesini açan kimse lâ-büdd[4] onların üstüne Allah’dan bir gadab iner ve onlara azîm bir azâb vardır. [Elmalılı Hamdi Efendi]




Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin

“HAK DİNİ KUR’AN DİLİ” nâm tefsîrinden:

Cild 5 sahife 3130

“(…..) İkrah olunmadığı halde rızası ile kelime-i küfrü söyleyen veyâ ikrah olunduğu zaman kalbini bozub da küfre itikad ediveren kimseler üzerine Allah’dan bir gadab yani künhü[5] tarif olunmaz büyük bir gadab ve bir de bunlara azîm bir azâb vardır. Çünki cürümleri en büyük cürümdür.
Rivâyet[6] olunuyor ki Kureyş Ammâr’ı ve babası Yâsir’i ve anası Sümeyye’yi irtidâda[7] ikrah etdiler. Onlar ise imtinâ’[8] eylediler. Bunun üzerine Sümeyye’yi birer ayağından iki devenin arasına bağladılar; ve “sen erkekler için müslüman oldun” diyerek, bir harbe[9] ile önünden deşdiler. Develere sürükletib parçalatarak öldürdüler. Arkasından Yâsir’i de öldürdüler. İslâm’da ilk maktul bu ikisi oldular (radıyallahu anhumâ). Anasını babasını bu halde gören Ammâr ise, ikrah olunanı lisânen söyleyiverdi. (İlâve: Hazret-i Ammarı da Meymûne kuyusuna atdılar. Suda boğulmak üzereyken dili ile, kâfirlere onların istedikleri yolda uysallık gösterdi. Ahmed Davudoğlu, Kur’ân-ı Kerîm ve Îzâhlı Meâli sh. 280) Bunun üzerine “yâ Rasûlallah Ammâr küfretmiş!” denildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Hayır, Ammâr, başdan ayağa îmân dolmuş, îmân onun etine kanına karışmışdır.”
Derken, Ammâr ağlıyarak Rasûlullâh’a geldi. Rasûlullâh da gözlerini silmeye başladı ve buyurdu ki: “Nen var, tekrar ederlerse sen de dediğini tekrâr et.”
Bir de Müseylemetü’l-kezzab iki kişiyi tutmuşdu. Birisine “Muhammed hakkında ne dersin?” dedi. O da “Rasûlullâh” dedi. Müseylemetü’l-kezzab “benim hakkımda ne dersin?” dedi. O da “sen de” dedi. Binâenaleyh[10] bunu bırakıverdi. Ötekine “Muhammed hakkında ne dersin?” dedi. O da “Rasûlullâh” dedi. Müseylemetü’l-kezzab “benim hakkımda ne dersin?” dedi. O da “dilsizim” cevâbını verdi. Müseylemetü’l-kezzab üç defa tekrâr etdi, o da yine aynı cevabı verdi. Binaenaleyh bunu katleyledi. Rasûlullâh bunu haber alınca buyurdu ki: “Evvelkisi Allâh’ın ruhsatını tutdu, İkincisi hakkı ızhar[11] etdi.”
Demek ki, böyle ikrâh-ı mülcî hâlinde yalnız lisânıyle kelime-i küfrü telaffuz etmek câizdir, fakat bu ruhsatdır; ve âyetden anlaşıldığı üzere, kalbi îmân ile mutmain olmak şartı ile bir ruhsatdır. Fakat ızhâr-ı hak ve i’zâz-ı din[12] için helâki göze alıb da ictinâb[13] etmek azîmetdir[14]. Ve bu hususda azîmet ile amel efdaldir[15].”






Merhûm Muhammed Vehbi Efendi Hazretlerinin

“HULÂSATU’L-BEYÂN FÎ TEFSÎRU’L-KUR’AN” nam tefsirinden:

Cild 8 sahife 416

“ (…..) Tefsîr-i Hâzin’de beyân olunduğu vechile[16] kelime-i küfrü tekellüme[17] cevaz verilecek kadar icbârın mikdârında ihtilâf varsa da essah olan katil ve âzâsını kesmek ve tahammül edemiyeceği kadar dövmek gibi şeylerle tehdîdini îkâ’[18] edecek bir kimsenin tehdid etmesidir. Şu beyân olunan sûret üzere tehdid olunduğunda teklîf olunan kelime-i küfrü tekellüm etmekle nefsini kurtarmağa ruhsat-ı şer’iyye vardır. Binâenaleyh kalbi îmânla sâbit olduğu halde tekellüm ederse kâfir olmaz, ma’fuvdur[19]. Eğer tekellüm etmez sabır ederse, azîmetle amel etdiğinden me’cûrdur[20]. Ammâ ikrâh vâcibi terk veya muharremâtı işlemekle meselâ hınzır etini yiyeceksin diyerek icbâr olunursa teklîfi kabûl etmek vacibdir. Eğer sabır eder teklîfi kabûl etmez helâk olursa vâcibi terkle nefsini mühlikeye[21] atdığından günahkâr olur.
(…...) Bu âyetin Rasûlullâh’ı tasdîk için nâzil olduğu mervîdir[22].





Merhum Ömer Nasûhî Efendi Hazretlerinin

“KUR’ÂN-I KERÎM’İN TÜRKÇE MEÂL-İ ÂLÎSİ VE TEFSÎRİ” nâm tefsîrinden:

Cild 4 sahife 1828

(…..)
“Her kim îmandan sonra İslâmiyyeti kabul etmiş iken bilahere Allâhu Teâlâ’yı inkâr eder küfrünü itirafda veya küfrü mucib[23] bir hareketi iltizamda[24] bulunur da küfre sîne açarsa, yani küfrü kabul etmesi için göğsünü genişletir, münşerihu’l-kalb[25] olarak razı olursa işte onların üzerine Allâh’dan pek muazzam bir gazab vardır, mehâbetini[26] ta’yînden âciz bulunduğumuz pek büyük bir şiddet mukadderdir[27], onlar bu irtidadlarının böyle müthiş cezâsını âhiretde göreceklerdir.
(…..) Istılahda ikrâh, bir kimseyi tehdid ile, korkutmakla, rızâsı olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya haksız yere sevketmekdir. Buna “icbâr” da denilir. Ve bu ikrâh iki kısma ayrılır.
Birincisi: İkrâh-ı mülcîdir ki, bu, nefsi katl ile, uzvu kat’ ile veya bunlardan birine sebeb olacak şiddetli bir darb ile yapılan ikrâhdır ki ikrâh olunanın rızâsını izâle[28] ihtiyârını[29] ifsâd eder, maamâfih[30] nâsın ihtiyârı yine sâbit bulunur.
İkincisi: İkrâh-ı gayr-ı mülcîdir ki, yalnız gam ve elemi mûcib olacak derecedeki darb ve hapis gibi şeyler ile yapılan ikrâhdır ve mükrehin (zorlananın) rızasını izâle ederse de ihtiyârını ifsâd etmiş olmaz.
Bu ikrahların hükümleri ise şöyledir:
1. Bir mü’min bir ikrâh-ı mülcîye binâen lisânen küfrü kabûl etse, indallâh kâfir olmuş olmaz. Elverir ki, kalben îmânında sebât etmiş olsun. Maamafih böyle bir ikrâha rağmen sebât edib de küfrü lisânen olsun kabûl etmezse tarîk-i efdali iltizâm etmiş olur, bu yüzden öldürülürse şehid sayılır. (…..)
2. Bir kimse bir ikrâh-ı mülcîye binâen başkasının bir malını itlâf edebilir. Bu mübahdır. Maamâfih başkasının malına tecâvüzden kaçınır da bu yüzden öldürülürse sevaba nâil olur.
3. Herhangi bir ikrâha mebnî başkasının hayatına kastetmek veya bir uzvunu veya onu helâkinden korkulacak derecede dövmek veya kendi anasını babasını velev ki azca olsun dövmek câiz olmaz haramdır. (…..)
4. Zinâ da katil hükmündedir. Binâenaleyh ikrâha mebnî zinâ da helal olmaz. Hattâ İmâm-ı Azam’dan bir kavle göre bundan dolayı hadd-i zinâ da lâzım gelir. (…..)
5. İkrâhdan dolayı yapılan talaklar, İmâm-ı Azam’a göre vâkî’ olur İmâm-ı Şâfî’ye göre vâki’ olmaz.
6. İkrâh-ı mülcîden dolayı şarab içmek, hınzır etini veya kendi kendine ölmüş meyte[31] sayılan herhangi bir hayvanın etini yemek vacibdir. Hayatı kurtarmak için bu iltizâm edilir. Bunda başkasına bir zarar yokdur. Ve Cenâb-ı Hakk’ın nehyine kasden bi’r-rıza muhâlefet de mevcud değildir.



[1] mutmain (مطمئن) gönlü kanmış, içi rahat, şübhesi yok
[2] icbâr (اجبار) cebretme, zorlama, zorlanma
[3] ikrâh (اكراە) 1. birine zorla iş yapdırmak; 2. iğrenme, tiksinme
[4] lâ-büdd (لابد) lâzım, gerekli, gerek [aslında: “ayrılık yok” demekdir]
[5] künh (كنه) bir şeyin aslı, hakikati temeli
[6] rivâyet (روايت) söylenti, bir haber söz veya hadisenin hikâyesi
[7] irtidâd (ارتداد) İslâm dînini bırakarak başka bir dîni kabûl etmek
[8] imtinâ’ (امتناع) 1. çekinme, geri durma; 2. imkansızlık olamayış
[9] harbe (حربە) kısa mızrak, süngü
[10] binâenaleyh (بناءً‏عليە) bunun üzerine, bundan dolayı
[11] ızhâr (اظهار) 1. gösterme, meydana çıkarma; 2.yalandan gösteriş
[12] i’zâz (اعزاز) 1. aziz kılma, saygı gösterme; 2. ikram etme ağırlama
[13] ictinâb (اجتناب) sakınma, çekinme, uzaklaşma
[14] azîmet (عظيمە) [azîme] büyük ve fevkalâde iş
[15] efdal (افضل) 1. daha faziletli; 2. en a’lâ üstün
[16] vech (وجه) 1. yüz, surat, çehre; 2. üst, satıh, düz; 3. yön
[17] tekellüm (تكلم) söyleme, konuşma
[18] îkâ’ (ايقاع) yapma, yapdırma
[19] ma’fuvv (معفو) 1. afvolunmuş, suçu bağışlanmış; 2. istisnâ edilmiş, müstesnâ, ayrı tutulan
[20] me’cûr (مأجور) ecir ve sevâbı verilmiş olan
[21]mühlike (مهلكە) helâk eden öldüren öldürücü
[22] mervî (مروی) rivâyet olunan, birinden işiterek söylenen
[23] mûcib (موجب) 1. icâb eden, lâzım gelen, gereken, gerekdiren; 2. sebeb, vesîle
[24] iltizâm (التزام) 1. kendi için lüzumlu sayma; 2. birinin tarafını tutma; 3. icâbetdirme, gerekdirme
[25] münşerih (منشرح) gönlü açık, sıkılmayan, eğlenen, inşirahlı
[26] mehâbet (مهابت) azamet, ululuk, korkunçluk, büyük görünme
[27] mukadder (مقدر) 1. takdir olunmuş, kıymeti biçilmiş, kadri değeri bilinmiş, beğenilmiş
[28] izâle (ازالە) giderme, giderilme, yok etme
[29] ihtiyâr (اختيار) 1. seçme, seçilme; 2. katlanma
[30] maamâfîh (معمافيە) bununla beraber, böyle iken, böyle ise de
[31] meyte (ميتە) hayvan leşi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder